İngilizceyi İngiliz bir öğretmenden öğrenmiş, 30 yıldır
İngilizce öğretmiş ben, 2 kez İngiltere’ye gitmiş olduğum halde Londra’yı hiç gezmemiş olmam hep kafama takılmıştır.
Mesleğimin ilk yıllarında kullandığımız tüm kitaplar İngiltere, Londra ve
İngiliz kültürüyle o kadar doluydu ki yolculuk öncesi internetten bilgi toplarken, neredeyse göreceğimiz her şeye çok aşinaydım. Bu kez yalnızız ne
yazık ki, gezentilerin diğer 2 üyesini tüm hafta boyunca andık.
Üç buçuk saatlik uçak yolculuğundan sonra Gatwick
havaalanında bizi Kraliçenin dev fotoğrafı ve tabii ki yağmurlu bir Londra
havası karşıladı. Bir de takımın diğer yarısının oğlu sevgili Murat. Murat ve eşi
Taina ile South Bank’de şık bir restoranda Thames nehri manzarasına nazır öğlen
yemeği yedik. Restoranda katlı kurabiye tabaklarında servis edilen minik
kurabiyeler ve kanepeler eşliğinde meşhur 5 çayı geleneğini sürdüren pek çok
kişiye rastladık. Her ne kadar İngilizler çay demleme konusunda sınıfta
kalsalar da bizim kültürümüze bile etki etmiş 5 çayı faslı demek hala sürüyor.
Yemekten sonra Londra’daki yabancı nüfusun hızla artmakta
olduğundan dertli Pakistanlı bir taksi şoförü ile evimiz Trinity House Hotel’e
vardık. Walthamstow yabancı nüfusun özellikle Türklerin yaşadığını duyduğumuz
bir semtti ancak biz Türklerden başka her milletten insanla karşılaştık. 3
katlı bitişik düzende dizili evlerden bizimkisi de. Gerçek bir mahalle burası.
İçi yenilenmiş binanın aslında eski olduğu, dolaşırken zeminden gelen ahşap
zemin çıtırtılarından belli.
Yerleşme ve kısa bir çevre keşif yürüyüşü sonrası Walthamstow
merkezindeki The Chequers Pub’ta ilk akşam yemeğimizi yedik. Her şey çok
tanıdık. Tabakta “fish and chips” bardakta “a pint of lager”.
1. GÜN
Bugün günlerden Pazar. Hyde Park’ta Speaker’s Corner’ın
aktif olduğu gün. O yüzden biz de Londra turuna Doğa Tarihi Müzesi'nin ve parkın bulunduğu bölgeden başlıyoruz.
DOĞA TARİHİ MÜZESİ
Sir Richard Owen adlı doğabilimci, ünlü doktor, Sir
Hans Sloane’nin dünyanın çeşitli yerlerinden topladığı doğanın
tarihini örnekleyen koleksiyonuna, kendi dinazor bulgularını da ekledi ve bu
zengin koleksiyon için 1881'de bugünkü binanın
yapılmasını sağladı. 19. Yüzyılın ortalarında müzeler sadece varlıklı insanların
gezebileceği kadar pahalı yerlerdi ancak Owen herkesin gezebilmesi için bu
müzenin girişinin ücretsiz olmasını sağladı. Şu anda da Londra’daki tüm devlet
müzelerine giriş ücretsiz. İçi ve dışı doğanın, dünyanın ve insanın tarihiyle
incelikle bezenmiş bu müze Owen’ın tabiriyle “doğanın katedrali”.
HYDE PARK
Adını neredeyse bilmeyenin olmadığı Hyde Park müzeye yürüme mesafesinde. 1637'de halka açılana dek kraliyetin av alanı olan park pek çok tarihi olaya ev sahipliği yapmış. Güneşli bir havada tadına doyum olmayacağı kesin olan park, beni dev ağaçları, bahar çiçekleri, cana yakın sincaplarıyla büyüledi. Ama iki sebepten dolayı sanırım Hyde Park'ı hep hatırlayacağım.
Bunlardan biri belki de dünyanın en sevilen kraliyet ailesi üyesi Preses Diana için yapılmış olan anıt. Çember şeklinde bir su kanalı bu anıt. Kimi yerlerinde su hızlıca akıyor, kimi yerlerinde adeta kaynarcasına hareketli oluyor. İnişler var, çıkışlar var. Ve sonunda hareketsiz bir şekilde gölleniyor. Diana'nın yaşamının değişik evrelerini sembolize eden bu anıt çok anlamlıydı.
Parkın kuzey doğu ucunda, dünyada konuşma özgülüğünün sembolü haline gelmiş olan Speaker's Corner var. 1196'da başlayıp 600 yıl boyunca idam cezalarının infaz edildiği ve Londra'lıların bilet alarak ahşap platformlarda oturup infazları izlediği bir bölge burası. İnfazdan önce herkesin bir son söz hakkı var malum. Bu bazen bir protesto, bazen itiraf ya da son bir mesaj geride kalanlara... Bu gelenek zamanla şekillenerek, tarih boyunca Karl Marx, Lenin ve George Orwell gibi ünlü isimlerin de konuşma yaptığı köşede tek ihtiyacınız olan hafif bir yükselti ve dinleyiciniz olmasa da konuşma motivasyonu. Burası Pazar günleri aktif, oldukça kalabalık, polisler var ama sadece izliyorlar ve güvenliği sağlamak için oradalar. Biz oradayken konuşmacıların çoğu İsa peygamberden mesajlar vermekteydi.
Marble Arch |
Hyde Park’tan çıkınca karşınızda Marble Arch, Napolyon
Savaşlarında İngilizlerin kazandığı zaferler adına yapılmış bir zafer takı.
Aslında Buckingham Sarayı’nın genişletilmesi çalışmalarının yapıldığı 1833
yılında saraya ana giriş kapısı olmak üzere planlandığı halde, planlandığından
dar yapıldığı için giriş kapısı
olmasından vazgeçilmiş ve şu an bulunduğu meydana, Hyde Park’a giriş
kapılarından biri olarak yerleştirilmiş. Ancak Londra yollarını genişletme
gereksinimi doğunca parktan da ayrılmış ve yollarla çevrili minik bir meydana dönüşmüş. İnfazların gerçekleştirildiği meydan asıl burası.
PICCADILLY CIRCUS
1819’da Regent Street’i Piccadilly ile bağlamak amacıyla yapılmış olan
meydan, adını 17 yüzyılda burada dükkanı olan ve picadil diye adlandırılan
dantel yakalarıyla ünlü terziden ve Latince daire anlamına gelen circus
sözcüğünden alıyor. Son derece hareketli, kıpır kıpır bir meydan. Bir deyişe
göre Piccadilly Circus’da yeteri kadar uzun kalırsanız dünyadaki tüm insanların
önünüzden geçeceği düşünülüyor. Meydandaki bronze fıskiye İngiltere’deki çocuk işçilerin şartlarını
iyileştiren, baca temizliğinde küçük erkek çocukların kullanılmasını yasaklayan
ve eğitim sisteminde yenilikler yapan Lord Shaftesbury anısına 1892’de yapılmış
ve üzerine Londra’nın belki de en ünlü heykeli Eros yerleştirilmiş. Ama
bilinenin aksine bu Eros’un ikiz kardeşi Anteros. Meydanda Beatles şarkıları söyleyen İskoç etekli gitarcıya eşlik ettik, dev ekranlarda THY reklamı görünce gururlandık ve Haymarket Caddesinden Trafalgar Square'e doğru yürüdük.
TRAFALGAR MEYDANI
Akşam çöküyor, biz hala yürümeye ve keşfetmeye devam ediyoruz. Adı çok bildik olan pek çok mekanın önünden geçiyoruz.
Odeon Sineması |
Hipodrom Kumarhanesi |
Çin Mahallesi |
2. GÜN
BUCKINGHAM SARAYI MUHAFIZ DEĞİŞİMİ
Yine yağmurlu bir Londra günü. İlk hedefimiz Buckingham Sarayı. Ama biz kraliçeyi değil, muhafızlarının görev değişimi törenini izlemeye gidiyoruz. İnternetten saatini önceden kontrol etmeniz öneriliyor.
Bugün tören 10.00’da. 09.30’da sarayın parmaklıkları kenarında hiç yer bulamayınca Kraliçe Viktorya Anıtının merdivenlerine konuşlanıyoruz.
Önce Wellington Kışlasından
görevi devralmaya gelen muhafızların atlarının nal sesleri dolduruyor meydanı.
Görevi devredecek ekip de St James Sarayından geliyorlar. Tüm bu geliş gidişe
de bando eşlik ediyor. Muhafızlar yine o kadar iyi bildiğimiz bir Londra sembolü
ki sanki bir broşürün sayfalarını çeviriyorum. 2 ekip sarayın
önünde buluşuyor ve eski ekibin başı sarayın anahtarını yeni ekibin başına
teslim ediyor. Alkış, kıyamet tabii ki.
ST JAMES PARK
Tören bitiminde sarayın önündeki St James Park’ın içinden keyifli
bir yürüyüş başlıyor diğer pek çok izleyiciyle birlikte. Bu arazi 13. yüzyıl öncesinde
bir bataklıkmış; sonrasında bir cüzzam hastanesi yapılmış buraya. Park adını bu
hastaneden alıyor. Zaman içinde pek çok kral ve kraliçenin katkısıyla bugünkü halini
almış olan park, benim aklımda güzel çiçekleri ve cana yakın sincaplarıyla
kalacak hep.
BIG BEN
Big Ben ve biz. Bilmem durumu anlatmaya gerek var mı? Big Ben 2020'de tamamlanacak bir restorasyon çalışmasında.
İlginç detaylar
*Big Ben aslında saat kulesinin değil, en büyük çanının adı.
*Şehrin sembollerinden biri olan saat kulesinin içi ancak Londra’da
yaşayanlara açık.
*Big Ben birkaç kez hava sıcak ya da soğuk olduğu için çalışmasına
ara vermiş. Bir de Churchill’in cenazesi sırasında susturulmuş.
*Yenilenme çalışmaları sayesinde Big Ben ilk kez tuvalete
kavuşacak.
*Kadranın altında "Tanrı Kraliçemiz I. Viktorya'yı korusun." yazıyormuş.
Önde Feridun, arkada Westminster Sarayı (Parlamento Binası) |
3. GÜN
FORTNUM & MASON
Büyük buluşma |
Burada kahve böyle içilir. Ne de olsa F&M:) |
her yer yumurta |
Piccadilly'deki bir hatırlanası mekan da Bubba Gump Shrimp Co. Eğer benim gibi bir Forrest Gumpseverseniz, Bubba anısına Forrest'ın açtığı zincir karides restoranlarından biri olan :) bu güzel mekanda filmle ilgili pek çok detay bulacak, içiniz sımsıcak olacak, hatta Forrest'ın filmde hayat hikayesini anlatırken oturduğu banka oturup, bir de üstelik ayakkabılarını giyip fotoğraf bile çektireceksiniz. Menüdeki her şey karidesli. Tam Bubba'nın hayalini kurduğu gibi...
THE NATIONAL GALLERY
1824'de İngiliz Hükümetinin satın aldığı 38 tabloluk koleksiyonla açılan sanat müzesi şu anda 2000 tabloluk koleksiyonuyla Avrupa resim sanatının en iyi örneklerini barındırmakla ünlü.
Joseph Wright'ın tablosundaki ışığın büyüleyiciliği |
Londra'ya giden herkesin yapması gereken bu doğa ve tarih dolu günübirlik tur sonrasında Londra'daki evimize dönüyor ve ertesi günü yurda dönüş hazırlığına başlıyoruz. Şu ana dek seyahat ettiğimiz ülkeler arasında kendimi en çok evdeymiş gibi hissettiğim yer, ortak yaşanmışlıklarımız ve insanlarla yakınlaşmamız sebebiyle Yunanistan idi. Londra ise ülkenin anadilini bilmenin verdiği konforu yaşattı bize. İnsanın metroda karşısında oturanın okuduğu gazetede ne yazdığını anlayabilmesi keyifli idi. Tekrar tekrar gelsek bitiremeyeceğimizi bilerek ayrıldık Londra'dan.
Notlar:
*Restoranda musluk suyu isteyebiliyorsunuz. O durumda suya daha az ücret ödüyorsunuz.
*Otobüs duraklarının bazılarının yola bakan tarafı değil arkası açık. Yani, yola bakarak bekleyen yolcu yola camın arkasından bakıyor.
*Yolun iki tarafındaki otobüs duraklarının adları farklı.
*Oyster kart metro ve otobüs kullanacaklara müthiş bir kolaylık.
*Otobüs ve metro çok hızlı.
*İngilizlerin de kabul ettiği gibi gerçekten zayıf bir mutfak kültürü var.
*Tüm devlet müzeleri devasa ve giriş ücretsiz.
*Tüm büyük parklar Kraliyet ailesine ait. Parklardaki kuğu ve ördek türü hayvanlar Kraliçenin koruması altında. Besleyebilirsiniz ama avlamak asla!
|