2 Eylül 2016 Cuma

ÇEK CUMHURİYETİ



ÇEK CUMHURİYETİ

Başlamadan önce söylemeliyim ki bu yolculuğun adını anmaya başladığımız andan itibaren Çek Cumhuriyeti adı bana hep zor geldi ve ben bu ülkeye "Çekistan" demeye başladım. Döndükten kısa bir süre sonra bir de ne duyayım! Ülkenin adı Çekya ya da Çekistan olarak değiştirilecekmiş:) Dünyanın her yeri görülesi... Maksat turist kafasına sahip olmak, biraz da araştırmak. En populer destinasyonlardan olan Prag zaten malum ama araştırınca bakın başka neler bulduk.

Prag'a Almanya'dan geliyoruz. Nürnberg'den yaklaşık 300 km sonra ilk iş navigatöre otelimizin adını yazıyoruz. Otel Machova Şehrin içinde ama nispeten sakin bir bölgesinde. Otopark genel bir sorun olduğu için resepsiyondaki görevli, anlaşmalı oldukları 3-4 km ötedeki otoparkın adresini veriyor ve buna şükretmemizi söylüyor. Otopark ile otel arası taksi kullanmak Prag'ın anılarından oldu böylece. 
Akşam olmak üzere. O yüzden Prag için planladığımız ilk aktiviteyle yetineceğiz bugün. Liverpool'da tanıştığım ve bu güne dek eşimin de denemesini çok istediğim için, gittiğimiz her şehirde olup olmadığını kontrol ettiğim Brezilya restoranının Prag'da olduğunu duymuştum. Bakalım gezentiler benim kadar sevecekler mi bu her tür etin mini dönerler formatında masalara getirilerek limitsiz servis edildiği restoranı? Adı Brasileiro. (İngiltere'deki Bem Brasil adında bir restoran zinciri) Burası yeraltına doğru 2-3 kat halinde yapılmış bir mağara-restoran. Her katı hafif loş ama cıvıl cıvıl insan dolu. Liverpooldaki gibi önce soğukların olduğu büfeden salata, deniz ürünleri ve
zeytinyağlılardan başlıyoruz ve derken gelsin etler. Türk erkeklerini bile yoracak derecede et servis ediliyor. Üstelik adam başı makul bir ücret karşılığında. Brezilya restoranını Türkiye'de açmaları durumunda kesin zarar ederler. Tek eksik Liverpool'da yemeğin sonunda yine şiş üzerinde ateşte pişirilmiş ve tarçınla tatlandırılmış ananas...

Çalışmak özgürleştirir.

 Ertesi gün ilk durağımız Terezin Nazi Kampı. Şehir, Nazilerin eline geçtiğinde, 1941'den önce Praglı Yahudilerin yerleştirildiği bir getto, ardından da Auschwitz-Birkenau'ya gönderilecek yahudilerin toplandığı ara bir kamp halinde kullanılmış. Ancak şartların kötülüğü sebebiyle pek çok insan daha burada hayatını kaybetmiş. Gettodaki hayatın sözde ne kadar güzel olduğunu gösteren siyah-beyaz film,  hijyen için sözde alınmış önlemler, Nazilerin, yaptıklarını, vahşice olduğunu bildikleri halde yapmış olduklarının kanıtı ve insanı daha da irkiltiyor. Şu an yemyeşil ve huzur dolu bu kamp, her adımda insanın içini sızlatıyor. Soykırımda ölen 80.000 Çek yahudinin hayatını burada kaybettiği söyleniyor.

İsimleri mezar taşlarında sonsuza dek insanoğlunun vahşi yanını bağıracak.

 

Yahudi geleneklerine göre ziyaret edilen mezara çiçek değil taş bırakılıyor.

Ranzalar

İdam sehpasına götürüleceklerin yürütüldüğü yaklaşık 1 km uzunluğundaki tünel

Kamptan çıkmadan önce de son noktayı, bu kamptan sağ kurtulmuş insanların dev fotoğrafları ve izlenimlerinin sergilendiği sergi koyuyor. Sözün bittiği yer...



Tanrı'ya inancımı Flossenbürg'de kaybettim. Önce O beni terketti; sonra ben O'nu.

Diyelim ki biz, genç asiler, işgalcilerle savaştık. Peki Auschwitz-Birkenau'daki çocuklar ne hata yaptılar? Hiç bir şey...

Elektrik akımını açtılar. Küçük kız kapkara oldu ve çıkan koku ve duman bana kadar geldi. Gözlerimi küçük kızdan geriye kalana bakmaktan alamıyordum.



Faşizm döneminde yaşananları unutanlara, yeniden aynısı yaşatılabilir.



Bu yaralar nasıl iyileştirilebilir?






Sırada Kemik Kilise'yi göreceğimiz Kutna Hora adlı küçük kasaba var. 1278 yılında dönemin Çek Kralı tarafından Kudüs'e yollanan rahip, getirdiği bir avuç toprağı kilisenin bahçesine dökünce, kilisenin kutsal toprakların bir parçası olduğuna inanılıyor ve olanlar oluyor. 14. yüzyılda çıkan veba salgını nedeniyle ölen binlerce insan buraya gömülüyor ve 30.000 civarında insanın gömülmesinin ardından bahçe topraktan çok kemikle dolmuş oluyor. Ama kilise hala çok popüler ve dönemin rahiplerinden birinin fikriyle bahçeden çıkarılan kemikler kilisenin içine piramit şeklinde diziliyor. 19. yüzyılda da kemikler kullanılarak kilise dekore ediliyor. Gerçekten çok yaratıcı ve ince bir iş. Ama bir o kadar da ürpertici.



Türk'ün gözünü oyan karga Türk akınlarına bir gönderme








Eski şehir meydanına ancak hava kararırken geliyoruz. Çok beklemek gerekmeden 15. yüzyılda yapılmış meşhur astronomik saatin her saat başı sergilediği animasyonu kalabalık bir turist grubuyla birlikte izliyoruz. Benzeri bir saati Batum'da ve Venedik'te de görmüştüm. En sevimlisi Cordoba'da gitar tınısıyla çalan saat kulesiydi bence:)










Gezentiler artık hem yoruldu; hem de acıktı. Hava da gittikçe daha da serinledi. Eski şehir merkezinden başlayan geniş  Vaclavsce Caddesi üzerinde tesadüfen mağaradan restorana dönüştürülmüş Triton Restoranı buluyoruz. Hoş ışıklandırması, hafif tonda güzel müziği, kibar garsonu ve güzel et yemekleriyle önerilebilecek bir restoran.











Ertesi günümüzü Prag şehir merkezine ayırdık. Önce şehrin yüksek bir noktasındaki Prag Kalesi. İlk kısımlarının kurulması 9. yüzyıl olan dünyanın en eski antik kalesi, İçinde şu anki Cumhurbaşkanlığı Sarayının, St Vitus Katedralinin, Georgios Katedralinin, yazlık bir sarayın ve 17. yüzyılda simyacıların yaşadığı sokak olan Altın Yol'un olduğu bir alan burası. Yani yarım gününüzü ayırmanız şart.


Cumhurbaşkanlığı Sarayı


St Vitus Bazilikası


Prag Kalesinden şehir manzarası


Altın Yol, içleri 17. yy yaşamı anlatmak amacıyla dekore edilmiş minik evlerle dolu 200 metre uzunluğunda bir yol


Simyacılardan sonra entellektüellerin yerleştiği yoldaki 22 nolu ev Franz Kafka'nın 2 yıl yaşadığı ev 




Altın Yol'dan turistleri izleyerek aşağıya doğru keyifli bir yürüyüşle şehir merkezine doğru iniyoruz.

Prag'ın en dar sokağı. Trafik ışığına dikkat!


Kömür ateşinde, dönen bir çubuğun üzerinde pişen şekerli tarçınlı hamur. Kokusu tadından çok daha güzel.



Bir Beatlessever için unutulmaz bir anı


JOHN LENNON DUVARI
Prag'da sıradan bir duvarken, 1980lerin başında gençler tarafından Beatles'ın şarkı sözleri ve barış mesajlarıyla kaplanan duvar, 1988'de dönemin komunist yönetimini rahatsız ediyor ve bir mücadele başlıyor. Yönetim duvarı boyatıyor; ertesi gün yine grafitiyle dolu buluyorlar. Mücadeleyi gençler kazanıyor ve duvar o günden bugüne sürekli yeni eklemelerle değişerek yaşayan bir duvar ve barış ve sevgi gibi global ideallerin bir simgesi haline gelmiş.

IMAGINE şarkısını söyleyen gitarcı genç duvara daha da anlam katıyor




Yürümeye devam ediyoruz ve hemen ileride Karl Köprüsü. 621 metre uzunluğundaki bu taş köprü, 1357'de Kral 4. Karl zamanında yapılmaya başlanmış ve şehir merkeziyle Prag Kalesini bağlayan tek araç olarak Vltava Nehri üzerinde 15. yüzyıldan beri kullanılmakta. Köprüyü farklı kılan üzerindeki 30 heykel. Ancak şu anda heykellerin replikaları, gerçeklerinin yerini almış durumda.


                                                                                                                                                                 

St John of Nepomuk







Hazin öyküsünden sebep olsa gerek, heykellerin en ünlüsü Aziz John heykeli. Dönemin kıskanç Bohemya kralı, kraliçenin günah çıkartmak üzere Aziz John'a gittiğini öğrenince, eşinin sadakatsizliğinden şüphelendiği için papazı huzura çağırıyor ve eşinin sırlarını öğrenmek istiyor. Papaz teklifi reddedince de köprüden nehre atılarak cezalandırılıyor. Heykele dokunanların yeniden Prag'a geleceği de tam turistik bir efsane bence.
























Artık Prag ile vedalaşma zamanı. Zira hedefte 127 km ötemizde kaplıca kenti Karlovy Vary var. Bu pırıl pırıl görüntüler  ve bolca fındık, badem eşliğinde (bu bir gezenti geleneği) yol alıyoruz ama Karlovy Vary'e vardığımızda hava kararmış ve saat 20.00'yi geçmişti. Navigatörümüz bizi yavaş yavaş şehrin dışına ve yükseklere doğru götürmeye başladı. "Hedefe ulaştınız." dediği yer ıssız bir dağ başı. Hava buz gibi, kimsecikler yok ve bizim karnımız çok aç. Otelin kapısı duvar! Tıklatıyoruz. Zili çalıyoruz. Hiç ses yok. İçeride sönük bir ışık var ama kimse yok herhalde. Haydaaa! Biz gecenin bu vaktinde yeni bir yer mi arayacağız? Halbuki hayalimiz anahtarımızı alıp yemeğe koşmaktı:( bir süre sonra bir telefon numarası buluyoruz bir yerlerden. Bir hanım açıyor. Ama ne İngilizce ne de Almanca biliyor. Derdimizi anlattık mı anlatamadık mı, belli değil. Umutsuzca bekliyoruz. Derken bir araba parkediyor ve içinden telaşla bir hanım çıkıyor. Resepsiyonistimiz:) Meğerse biz otelin check-in saatinin 20.00de dolduğunu farketmemişiz. Mutlu son. Anahtarları ve wi-fi şifresini(anahtar kadar önemli bir gezenti için) kapıp kentin merkezine gidiyoruz. Turistik bir yer. Eminiz merkezde hayat vardır. O da ne? İn cin top oynuyor. Bir iki sönük ışıklı yer var ama kapatmak üzereler. Mc Donald'sa bile razı olacakken bir bardan o saate yemek yenecek tek yerin bilgisini alıyoruz. Jack Daniel's Grill Bar. Valla da açık! Mutlulukla etlerimizi yiyip çek biralarımızı içiyoruz. Ve sabah uyandığımızda kaldığımız oteli gündüz gözüyle görüyoruz:)



Otelimiz Vitkova Hora'da Hotel Veitsberg. Sanki bir kayak oteli. Güzel bir kahvaltının ardından, mis gibi havayı içimize derin derin çekip şehri keşfe çıkıyoruz.
Karlovy Vary, nam-ı diğer "Kralın Banyosu" dünyanın en bilinen kaplıca kenti. Kral 4. Karl'ın avlanırken kovaladıkları geyiğin düştüğü suda haşlanması sebebiyle farkettiği sıcak sulardan bazıları 76 dereceye. 12 farklı kaynak var ve insanlar bu iş için yapılmış özel ibriklerle hem şehri dolaşıyor hem de bu şifalı sulardan içiyorlar. Sular tuhaf tatları ve kokuları olan sular ve sağolsun Gezenti Feridun ve Gezenti Feride grup adına bu suları denemeye razı oldular. Ne kadar yararlandılar; bilemiyoruz:)

İkisinde de bir ışıldama oldu!

Şehir Tepla Nehrinin iki yakasına kurulmuş ve son derece huzurlu bir ortama sahip. Fotoğrafseverlere güzel kareler sunan Antonin Dvorak Parkı nehrin kıvrım yaptığı bir noktaya kurulu.





Hayatımda gördüğüm en büyük çıplak manolya ağaçları burada

Güzel heykeller parka daha da masalsı bir hava veriyor





Nehir boyunca tembel tembel yürüyor ve bunca eski evin bu kadar güzel ve bakımlı halde tutulmasına hayran kalıyor insan.                



Atatürk'ün 1918'de geçirdiği böbrek rahatsızlığı sırasında şifa aradığı bu şehirde, 1 ay kaldığı Karlsbad Plaza otelindeki odası ziyarete açık ve otelin dış duvarında adına bir plaka yerleştirilmiş. Gururla ve özlemle Atamızı anıyoruz.

Afet Inan o dönemi şöyle anlatıyor :
“Daha o zamanlar “Kemal Paşa” ve 37 yaşında genç bir general. 30 Haziran 1918 . Karlsbad istasyonuna gelen trenden iner Kemal Paşa, çok yorgundur, hastadır. Trablus-Bingazi’deki böbrek krizleri, Balkan savaşlarının sıkıntısı, Anadolu’daki harekatlardan biraz ara bulunca kendini buraya atar…Muayene edilir, kendisine banyolar, çamur tedavisi ve günlük “içme” kürleri tavsiye edilir. Bu bir aylık kalış içinde, tam ana banyo binasının karşısında ve ünlü “Grand Hotel Pupp “un çaprazında iki odalı bir daire tutulur. Yanında “emir eri “de vardır…Burada Türk dostları ile de buluşur, kadınlı-erkekli 10-11 kişilik sofralar donatılır ama tedavi de tam bir disiplinle sürmektedir. Her sabah saat 7.00’de şehirdeki çeşmeler dolaşılır ve emzikli ağzı olan kupalardan, dolaşarak, yürüyerek çeşitli sıcaklıklardaki maden suları içilir, aynı bizim de yaptığımız gibi…Geceleri evinde geçiren Paşa, gündüz sivil kıyafetle dolaşmakta, tedaviye gitmekte, akşamları, resmi üniformasını giyip, nişanlarını takmakta ve Grand Hotel PUPP’da dostları ile buluşup memleket meselelerini konuşmaktadır. Bu arada, Almanca ve Fransızca dersleri de almayı ihmal etmez ve günlüğüne 2 gün Fransızca yazar…İstirahat saatlarında Fransızca Balzac okuduğunu, tahta yeni çıkan Sultan Vahdettin ile politikasının ne olacağını günlüklerine yazar… (M.Kemal Atatürk’ün Karlsbad Anıları-Prof.Dr.Afet İnan-Cumhuriyet kitapları) ”

Karlovy Vary'den ayrılmadan önce incecik kağıt helvaların yapıldığı ve satıldığı bu dükkana uğrayıp çeşitli aromalarla tatlandırılmış olanlardan sevdiğinizi alabilirsiniz. Hafif ısıtıldığında yemesinin daha keyifli olduğunu hatırlatmalıyım:)

Ya da adım başı satılan, yürürken şifalı su içmek üzere tasarlanmış , dönüşte evde yaratıcılığınızı zorlayarak farklı şekillerde kullanabileceğiniz ibriklerden alınabilir.












Prag ve Karlovy Vary'de dikkatimi çeken bir detay da, bina ön yüzlerine, bazen de balkon altlarına yerleştirilmiş heykeller.





4 gün ayırdığımız Çek Cumhuriyeti yolculuğuna sığdırabildiklerimiz bu kadar. Bakalım bir sonraki yolculuk nereye?

1 yorum:

İSVİÇRE

Yine bir Avrupa ülkesi ama işin içinde dağlar, göller, peynir ve çikolata var dedik ve çıktık yola. Bugün İsviçre olarak bilinen Helvetia&...