28 Mayıs 2017 Pazar

NORVEÇ



Kuzey Avrupa'dayız bu yolculukta. "Oralar ne soğuktur kim bilir!" yorumlarına inat, Oslo bizi bahar dallarıyla karşılıyor. Ama biz ilk ve son gece Oslo'da uyumak için bulunuyoruz. Malum, gezentiler hareketi sever ama Norveç'te hareket etmek, coğrafyası gereği biraz uzun zaman alıyormuş diye duyduğumuz için sabah kahvaltısının ardından yola çıkıyoruz kiralık arabamızla. İlk hedef Flam. 355 km ötede ama virajlı yollar sebebiyle 6 saate yakın sürüyor. Norveç, yeşilin, suyun ve dağların ülkesi. Aynı bizim Karadeniz kıyılarımız gibi. Tek fark buradaki yapı tipi. Büyük şehirler dışındaki tüm yerleşimlerde 2 katı geçmeyen, dik çatılı, renkli,ahşap evler kimi zaman bir dere kenarında, kimi zaman uzaklardaki yemyeşil bir kırın ortasında. Oslo'dan uzaklaştıkça yükselmeye başladık. Buz tutmuş bir göl kıyısında verdiğimiz kahve molasından sonra hava sıcaklığı eksi değerlere inmeye başlıyor.




Arabanın penceresinden sık sık görülen manzara

 Navigasyon 1100 metreye dek yükseldiğimizi söylüyor. Dayanamayıp arabadan inip kar manzarasına dahil oluyoruz.

Flam'a varmadan Borgung'dan geçeceğiz ve Vikingler döneminden kalma tüm ülkedeki 28 ahşap kiliseden en iyi korunmuş olan Borgund Ahşap Kilisesini göreceğiz. Küçücük bir yerleşim olan Borgund'un biraz dışında, kırın ortasında, sanki gökten inmişcesine sessiz, sakin duran ihtişamlı bir kilise bu. Ejderha motifleri Viking gemilerinden esinlenilmiş ve çivi kullanılmadan sadece ahşap kullanılarak yapılmış.1180 ile 1250 yılları arasında inşa edilmiş.






Tarihe, yaşanmışlıklara bir selam durup yola devam ediyoruz. Flam'a varmadan 17 km Gutvanga tünelinden geçiyoruz. Tünelin içindeki yol şaşırtıcı bir şekilde yokuş aşağı eğimli. Flam'a varmadan önceki 24 km tünel  Laerdalstunnelen ise Avrupa'nın en uzun tünellerinden. Zirvesi karlı dimdik dağların eteğine sokulmuş fiyordun kenarına yerleşmiş bir avuç evi barındıran bir yerleşim Flam. Burada bir kır evini paylaşıyoruz. Flam Cabins, yemyeşil bir alana yayılmış ahşap evlerle dolu. Evimiz 2 oda 1 salon. Mutfağımızda yok yok, pencerimizden rüya gibi bir manzara.







Evimiz Flam'ın merkezine 5 dakika yürüme mesafesinde. Merkez derken, 1 tren istasyonu, 1 market, 1-2 kafe ve restoran ve 1 hediyelik eşya dükkanı. Günlerden pazar ve bunlardan sadece market ve bir restoran açık. Şansımıza yağış yok ama hava insanı kesiyor. Rudolf the Reindeer'ın burnunun niye kırmızı olduğunu Norveç'te çok iyi anladım. Kendimizi tek açık mekan olan restorana atıyoruz ve çok hoş bir ortamla karşılaşıyoruz. İçerideki her şey ağaçtan yapılmış, oturulan yerlere kürkler serilmiş ve ortada güzel bir ateş yanıyor. Sımsıcak karşılıyor bizi Flamsbrygga
Isındık ama bu kez de karnımız aç. Ateşin etrafındaki alan bizim gibi bekleyenlerle dolu. Wifi da yok ki oyalanalım:(

Nihayet yukarıdaki masamıza alınıyoruz ve Norveç'teki dışarıda ilk  akşam yemeğimizde ızgara somon yiyoruz ve bira içiyoruz. 1 bardak biranın 50 TL olduğunu söylersem 4 kişilik yemeği hesaplayabilirsiniz diye düşünüyorum:)

Flam'da mükellef Türk kahvaltısı
 Kahvaltı sonrası ünlü Flam-Myrdal arası tren yolculuğunu (Flamsbana)yapmak üzere merkeze iniyoruz. Nostaljik bir tren bu ve 666 metre yükseklikteki Myrdal'a dek gidiyor. Hem turistik bir yolculuk bu, hem de Oslo'dan trenle Flam'a gelenler için tren değişimi noktası. 



 Harika manzaralar eşliğinde aşağıdan gördüğümüz karlı dağlara çıkıyoruz. Yol boyunca bir sürü küçük yerleşimden geçiyoruz. Hep rengarenk ahşap evler... 
 Myrdal'a varmadan önce bir şelaleye bakan küçük bir seyir terasında 5 dakikalık fotoğrak molası veriyoruz. Kondüktörümüz Kutup Ekspresi'ndeki amcaya benzemiyor mu?



Toplam 2 saat süren bu keyifli yolculuk yine Flam'da son buluyor. Kişi başı yaklaşık 250 TL:)


Tren yolculuğu sonrası Flam'a 11 km ötedeki yerleşim Aurland'in tepe noktasına çıkıp hem kenarında olduğumuz fiyordu tepeden görüyor, hem de doyumsuz bir kar manzarasının tadını çıkarıyoruz. Ama hava çoooook soğuk!






Norveç'de yerleşim kıra bayıra yayıldığı için yol kenarlarında o bölgede oturanların posta kutuları böyle toplu halde duruyor. Postacıları da düşünmek gerek.

Akşamki somon salatadan ibaret fahiş fiyatlı akşam yemeğinden sonra yine aynı yerde yemek yemenin alemi yok. Marketten alışverişimizi yapıyor, balık soframızı evde kuruyoruz. Yeni Rakı da baş köşede:)



 Sabah ekabir kahvaltımızın ardından sevgili Flam'dan ve kır evimizden ayrılıyoruz. Hedef Oslo'dan sonraki 2. büyük şehir Bergen. 167 km ötede. Norveç'de otoban türü yol neredeyse  yok. Virajlı da olsa yollar düzgün ve hep harika bir manzara eşliğinde yol alıyorsunuz.

Bergen'de Amunds Apartments'da kalıyoruz. Tamamı ahşap evlerle dolu denize yakın bir mahalle burası. Ama apartmanda bizi karşılayan yok. Ev sahibimize telefonla ulaşıyoruz. James Bond filmlerindeki gibi, kapının şifresini veriyor önce. Kapıyı açtığımızda gördüğümüz manzara aşağıdaki. Odalarımızın anahtarları yuvalarında bizi bekliyor. Sanki 40 yıldır burada yaşıyormuşuz gibi açıp kapımızı, evimize giriyoruz.


Bergen bizi güneşle karşıladı. Apartmanımız da pırıl pırıl bir deniz manzarasıyla...
Çatıların arasından da olsa denizi görmek güzel
Tuvalet bile manzaralı





Hemen keşfe çıkıyoruz. Güzelim sokaklardan yürüyerek tarihi liman Bryggen'e iniyoruz.



Bu renkli evler, Hansa evleri ve Bergen'in sembolü olmuşlar. Kent 1070 yılında kurulmuş ve 18. yy'da Alman sömürgesi olduğu dönemde Almanların kurduğu ticari bir birliğe, Hansa Birliğine mekan olmuş. Morina balığından yana verimli bu denizde, Alman işçiler zor şartlarda, yerel halktan izole bir şekilde bu evlerde yaşamış ve sabah akşam çılgın miktarlarda balık tutmuşlar. Kurutularak 15 yıla dek korunabilen Morina balığı, hala balıkçı tezgahlarında.






 Limanın çevresindeki yürüyüşün ardından Bergen'e kuşbakışı bakma imkanı sunan Floyen Tepesine çıkmak için Floibanen finikülerine biniyoruz. Çatısı ve yanları camdan bu araç dimdik bir yokuşu çıkıyor. Bergen yavaş yavaş ayaklarınızın altında kalıyor.




Floyen Tepesinde havalı bir restoran ve güzel bir yürüyüş için bir koru var.

Her ne kadar havanın aydınlığından belli olmasa da akşam oldu. Limandaki Balık Pazarını geziyoruz. Balık Pazarı, diğer Avrupa ülkelerinde gezdiklerimiz kadar renkli olmamakla birlikte hem balık satılan hem de balık yenilenebilecek pazarlardan. Balık dışında Norveç'e özgü reçeller, kahverengi peynir, bal gibi yiyecekler de satılıyor. Balina eti de numune olarak tattırılanlardan. Yunanistan'da deniz kestanesi, Belçika'da sümüklü böcek, şimdi de balina. Sert dokulu, tütsülenmiş et tadında. Gezenti olmak kolay değil tabii ki:)
 Balıksever bir Türk'ü mutlu edecek balık sofraları buralarda zor. Yine yanında biraz salatayla morina balığı yiyoruz. Yağsız, tatsız bir balık:(Ama kremalı balık çorbası harika.





Bergen'deki 2. gün fiyort turuyla başliyor. Modalen'e dek giden deniz otobüsü benzeri teknelerle tur 3 saat sürüyor. Teknenin geniş camlarından seyir keyifli, zaman zaman da tekne hız kesiyor ve teknenin üstündeki alana çıkıp fotoğraf çekiyoruz. Ama hava yine çoooooook soğuk:) Bu turun bedeli kişi başı 250 tl civarında.




 Tekne dimdik bir kayalıktan akan bir şelaleye yaklaşıyor, uzatılan bir buz kovasına doldurulan şelale suyu plastik bardaklarla yolculara ikram ediliyor. Ahir ömrümüzde şelaleden su içmedik demiyeceğiz artık:) Su da çoooook soğuk.


























Turun bitiminde Hansa evlerinden müzeye dönüştürülmüş olanını yani Hanseatiske Müzesini geziyoruz. O dönemde burada balıkçılık işinde çalışmaya gelen Alman balıkçıların yaşam koşullarını görmek için güzel bir fırsat.


İşçilerin yatakları bu dolapların içi

Musluk ve lavabo yerine...

Benzeri el kurulama havluları halen genel tuvaletlerde var

Bir tür tavla olsa gerek

Silindirik sandık
Müze turumuz sonrası merkezde biraz daha turlayıp, yemek yiyecek enteresan bir yer bulamayarak evde yemeğe karar veriyoruz ve yürüyerek eve dönüyoruz. Yılın 265 günü yağmurlu olan Bergen bizi güneşle karşıladı ve güneşle yolcu ediyor. Hava yine buz gibi ama her yer bahar çiçekleriyle dolu.
























"Ya pek güzeldi bu Bergen! Ulvik nasıl bir yer acaba?" kafamızda, 343 km ötedeki Ulvik'e doğru yola çıktık. Yol boyunca harika yansıma fotoğrafları çekerek yol alıyoruz.










Hardanger Guesthouse fiyort manzaralı, bahçe içinde iki katlı bir bina. Uzun yıllardır görmedikleri babaları Türk, anneleri romen 2 kardeşin işlettikleri, her şeye canla başla koşturdukları güzel bir tesis. Ulvik, Hardangerfjord'un sonlandığı noktaya kurulmuş kendi halinde bir yerleşim ama burası da fiyort gemilerinin uğrak noktalarından. Yaklaşmakta olan sezona hazırlanıyor. Sezon Mayısda açılacağı için açık bir kafe ya da restoran bulmak imkansız. Neyse ki biz bu akşam kaldığımız yerin barbekü olanağından yararlanacağız. Yürüyerek keşfediyoruz önce Ulvik'i. Kaldığımız yerin hemen yanındaki patikayı izleyerek bir kır yürüyüşü yapıyoruz. Yükseldikçe, kenarında olduğumuz fiyordun manzarası daha da güzelleşmeye başladı. Bol bol fotoğraf, bol nefes! 






 

Feridun nerede?



Yürüyüş bitiyor bu kez arabayla fiyordun karşı kıyısına geçiyoruz. Telaşsız, güneşli bir gün bugün. Termosumuzda kahve, yine bir kır manzarasının parçasıyız. 

 






Norveçin meşhur ot kaplı çatısını yakından görme imkanına Ulvik'de kavuşuyoruz. Neredeyse her evin bahçesinde yukarıdaki gibi minyatür bir klübe oluyor. Üzerindeki ot, bir tür yosun olsa gerek ama çok ilginç.


Suyun üzerinde görünenler bulutların yansıması
 Artık acıktık ve finali fiyort kıyısında yakılan ateş ve barbeküyle yapıyoruz. Hava buz gibi ama ateşimiz harika!



Sabah Norveç kahvaltısı ediyoruz ilk kez. Kahvaltıda İngilizlerin yedikleri gibi şeker fasulye ve balık var. Meğer Vikinglerden kalma alışkanlıklarmış bunlar. Kahverengi peynir de baş köşede. Yolumuz uzun, bugün Oslo'ya dönecek ve yarın evimize uçacağız. Oslo'ya giden yol yavaş yavaş yükseliyor, göl, dere manzaraları yerini kar manzarasına bırakıyor. Gitgide yol da buzla kaplı bir yola dönüşüyor. Burası Norveçin buzullarından. Tam "Buralarda in cin top oynuyor" diyecekken yolda husky turu için sıra bekleyenler ya da kar motorsikletleriyle dolaşan turistler görüyoruz. Bu dünya gerçekten tuhaf bir yer. 1260 metre yüksekliğe kadar çıkıyoruz. Hava-5 derece. Karlara gömülmüş bir otelde kahve molası veriyor ve  yolumuzu akşama doğru tamamlıyoruz. Yeni bir yolculukta görüşmek dileğiyle...







İlginç ama...
*hava soğuk , insanlar sıcacık.
*Avrupa Birliğine girmeyi referandumla 2 kez reddetmişler.
*Lüks yok ama fakirlik de yok. Hayat standardı yüksek.
*kadın ve çocuk haklarının tavan yaptığı bir ülke
*her şey çooook pahalı. Ekmek 12 TL, restoranda bira 40 TL, somonun kilosu 122 TL, 1 magnet 21 TL
*hava 22.00'ye doğru kararıyor.
*evde ve okulda terlik giyiyorlar.
*herkes İngilizce biliyor. Çöpçüden, marketteki kasiyere kadar
*kahverengi peynir brunost, süte karamelize şeker eklenerek yapılıyor.
*geyik salamı ekşimsi bir tada sahip. 
*yünlü ürünler, norveç robalı, kar tanesi desenli kazaklar hala popüler.
*sembolü ne derseniz su, ağaç, balık, geyik, troll...















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İSVİÇRE

Yine bir Avrupa ülkesi ama işin içinde dağlar, göller, peynir ve çikolata var dedik ve çıktık yola. Bugün İsviçre olarak bilinen Helvetia&...