9 Ekim 2017 Pazartesi

BOSNA-HERSEK SARAYBOSNA




İstanbul'dan yaklaşık 1 saat süren bir uçuşun sonrasında bol Arap turistin bulunduğu minnacık bir havaalanına iniyoruz. Saraybosna ile yakınlığımız, mesafeden öte 1463de Osmanlının Hersek'i fethi, 1483'de de Bosnayı fethinden ve yaklaşık 400 yıl Osmanlı yönetiminde olmasından kaynaklanıyor.

















Kalacağımız yere giderken ilk gördüğümüz semtler, 1990lı yıllarda yaşanan savaşın korkunç izlerini taşıyor hala. Savaş sırasında  binaların sadece%13ü hasar almadan kurtulmuş. Saraybosna deyince aklımıza ilk düşen, savaş ve hüzün. Manzara da bunu pekiştiriyor.
1990'da Yugoslavyanın dağılması sonucu Sırplar ve Hırvatlar bağımsızlıklarını ilan ettiler. Bosna Hersek nüfusunun %45.3'ünü oluşturan Müslüman Boşnaklar, Sırplara göre "Müslümanlaştırılmış Sırplar" idi ve 1992 şubatında, Sırpların baskılarına rağmen yapılan referandumda, bağımsızlığa evet çıktı ve Boşnaklar Sırpların hayal ettiği birleşmeye hayır demiş oldular. Sırplar silahlanıp Bosna'da terör estirmeye başladı. 1992 Nisan'da Sırpların, müslümanların çoğunlukla yaşadığı kentlere saldırmasıyla 3,5 yıl sürecek ve toplu katliamlara dek varacak kanlı bir savaş başladı. Savaş dünyanın neresinde olursa olsun aynı derecede acıtıcı. Ama 1990lı yıllarda, dünyaya medeniyet dersi vermeye soyunmuş Avrupa'nın göbeğinde olunca, Hollandalı Birleşmiş Milletler Barış Gücü askerlerinin kendilerine sığınmış silahsız 300 Boşnağı elleriyle Sırplara teslim etmesi gibi savaş etiğine bile uymayacak türden ayrıntıları da içerince daha da üzücü oluyor.

Kalacağımız yer eski şehrin hemen dışında, Miljacka Nehrinin kıyısında içi yenilenmiş, Osmanlı döneminden kalmış bir bina. Hemen İNAT KUCA'nın (nam-ı diğer İnat Evi) arkasında. Bosna Avusturya-Macaristan İmparatorluğu yönetimine geçtiğinde yapılmak istenen Belediye Sarayı için yıkılması gereken evin sahibi inat ediyor ve koca imparatorluğa kafa tutuyor. Sonunda bir torba altınla ikna ediliyor ve evinin tuğla tuğla nehrin karşısına yeniden inşa edilmesini beceriyor. Ev şu anda restoran olarak kullanılıyor ve meşhur Boşnak inadının sembolü.












Gezenti dediğin bavulları odaya koyar koymaz tura başlar. Eski şehir ya da diğer adıyla BAŞÇARŞI'ya yürüme mesafesindeyiz. Ilık bir hava var. Gün akşam olmaya yakın. Dalıyoruz duvarlarla çevrili eski şehrin içine. Burası aynı Safranbolu. Osmanlı mimarisiyle, bakır işleriyle, dibek kahvesi ve lokum satan dükkanları ile... Bu çok alışkın olduğumuz geleneksel Osmanlı çarşısındaki pek çok han, hamam, medrese ve cami, Gazi Hüsrev Bey tarafından yaptırılmış.











MORİCA HAN 1551de yapılıp geçirdiği pek çok yangına rağmen ayakta kalabilmiş tek han. Avlusundaki dev ıhlamur ağaçları altında keyifli kafeler var.



Baş Çarşıyı gezerken cezbedici köfte kokuları bizi buranın meşhur yemeği cevabinin yapıldığı pek çok mekandan birine sürüklüyor. Pide ve soğanla servis edilen bol baharatlı ve lezzetli bir köfte bu. Tam Türk damak tadına uygun. Yanında yoğurt istiyoruz ama yoğurt ayran kıvamında ve bardakta geliyor. Üstüne de bakır cezvede mangalda pişmiş mis gibi kahve, yanında lokum. Ne kadar tanıdık, değil mi?












Ertesi sabah güneşli bir güne uyanıyor; Almanya ve Türkiye'den gelen kahvaltılıklarla (bu bir gezenti klasiği oldu) güzel bir kahvaltı hazırlıyoruz. Havada mis gibi bir koku var. Hemen yakınımızdaki fırına ekmek almak üzere gidiyoruz ama pideyle dönüyoruz. Bosna'da pide ekmekten daha yaygın kullanılıyor sanırım.








Saraybosna dağlarla çevrili bir vadinin ortasında güzelim bir nehrin kıyısında biblo gibi şirin bir şehir. Bugün hedefte UMUT TÜNELİ var. Yakın dönem savaş tarihine en uzun (3,5 yıl) kuşatma altında tutulan şehir olarak geçen Saraybosna'daki 300bin kişinin hayatta kalması için gereken erzak, ilaç ve araç-gerecin şehre ulaşmasını sağlayan tünel, Kolar ailesinin evinin altından yeraltına iniyor. Hakkında ilginç sayılar var:
*Temmuz 1993 sonunda açılan tünel 1995 yılına dek kullanıldı.
*720 metre uzunluğunda, 1.5 ila 1.8 metre yüksekliğinde
*İçinde aynı anda 1000 kişi bulunabiliyordu.
*Günde ortalama 4000 kişi geçiyordu.

Şu anda müze ev olarak kullanılan Kolar ailesinin evi, tünelin 50 metrelik bölümü gezilebiliyor ve o döneme ait bir video da seyredilebiliyor.




Savaşın ne denli acımasız olduğunu bir kez daha hatırladığım her seferinde Ata'mın bu sözü aklıma geliyor ve anı defterine yazıyorum.


Sırada MOSTAR var. Neretva Nehrinin kıyısına kurulmuş başka bir biblo şehir burası. 1566 yılında Mimar Sinan'ın öğrencisi Mimar Hayrettin'in eseri köprü şehrin 2 yakasını, aynı zamanda da Müslüman ve Hırvatları birbirine bağlamış 427 yıl boyunca. Ta ki 1992de ilk olarak Bosnalı Sırpların saldırısına uğramış; ardından da 1993de Hırvatların top atışlarıyla yapımında kullanılan 456 kalıp taş nehrin sularına gömülmüş. Köprünün yıkıldığı anı kaydeden video görüntüleri hafızalardan silinmedi. Savaş demek sadece insan öldürmekle yetinmeyip tarihe, sanata, doğaya da hunharca saldırmak demek. Ne çok nefret birikmiş bu dünyadaki bir grup insanın içinde:( 1997 yılında bir Türk firması UNESCO ve Dünya Bankasının da desteği ile köprünün yeniden inşaasını üstlendi. Nehirden toplanan taşların deforme olduğu ve yeniden kullanılamayacağı anlaşılınca, orjinal köprünün yapımında kullanılan taşların çıkarıldığı ocak yeniden açıldı ve köprü inşa edildi. 








İrili ufaklı hediyelik eşya satan dükkanların olduğu sokaklarda dolaşıyoruz. Savaşın izleri, burada da özellikle silinmemiş. Gelecek kuşakların yaşananları unutmaması için...









Bir pastanenin vitrininde gördüğümüz tatlılar bize kendimizi iyice evde hissettiriyor. Ama Saraybosna bana Avrupa'nın ortasında çok bildik, bizden bir şehirden çok savaşın soğukluğunu, masa başlarında oturanların verdiği kararlarla masum insanların, çocukların, zorla vahşileştirilmiş askerlerin nasıl acımasızca öldürüldüğünü hatırlatacak hep...


2 yorum:

  1. Ne kadar yalın ve akıcı bir anlatım,duygularınızı da gördüklerinizi de çok güzel aktarmışınız.Hep gezin,hep yazın . Gülden Şaktimur

    YanıtlaSil
  2. Çok teşekkürler. Tanımadığım bir okuyucudan yorum almak çok heyecan verici:)

    YanıtlaSil

İSVİÇRE

Yine bir Avrupa ülkesi ama işin içinde dağlar, göller, peynir ve çikolata var dedik ve çıktık yola. Bugün İsviçre olarak bilinen Helvetia&...